Kiliseden çok daha öncesinde, Aristoteles zamanında bile kadın, herhangi bir niteliğe sahip olmayan bir varlıktı. Zira tarih boyunca, sadece erkeklerin nitelikli varlıklar olabileceğine inanıldı. “Cinsilatif”in paradoksu da tam burada ortaya çıktı: Kadının hoş görünüşü, yalnızca zayıf karakterini gizleyen bir maskeydi.
Daha sonra, kadının güzelliği eş ve anne oluşuna bağlandı. Bekâr, entelektüel, feminist, eşcinsel ve toplumun yargılarıyla ters düşen tüm kadınlar utanç kaynağı olarak görüldü. Bu kadınlar adeta birer canavardı!
Günümüzde kozmetik sektöründeki gelişmelerle birlikte hiçbir kadının çirkin olmak için bir mazereti kalmadı. Kadın bunca imkâna rağmen çirkinse bu onun ihmalkârlığından ve isteksizliğinden kaynaklanabilirdi ya da daha kötüsü patolojik bir durumdu.
Claudine Sagaert, tarih, antropoloji, edebiyat ve resim üzerinden kadın algısının tarihsel gelişimini izleyerek cinsiyet tarihine olağanüstü bir katkı sağlıyor ve kadının yüzyıllar boyunca sıkıştırıldığı kalıpları ortaya koyuyor. Bu kalıplar dün olduğu gibi bugün de kadınlar üzerinde baskı kurmaya devam ediyor.